ANKARA - DEM Parti Ankara İl Örgütü’nün, “Rojava Deneyimi ve Demokratik Suriye Olasılığı” başlığıyla düzenlediği panelde konuşan Dilan Kunt Ayan ve Mahfuz Güleryüz, Rojava modelinin dünyaya örnek olduğuna vurgu yaptı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ankara İl Örgütü, “Rojava Deneyimi ve Demokratik Suriye Olasılığı” başlığıyla panel düzenledi. DEM Parti Genel Merkezi’nde yapılan panele DEM Parti Örgütlenmeden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Mahfuz Güleryüz ve DEM Parti Riha Milletvekili Dilan Kunt Ayan konuşmacı olarak katılırken DEM Parti Ankara İl Eşbaşkanı Fatin Kanat ve DEM Parti Ankara Kadın Meclisi Sözcüsü Nebaha Çalpan ise kolaylaştırıcılığını üstlendi. Panele demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
İlk sözü alan Dilan Kunt Ayan, 13 Eylül 2014 tarihinde DAİŞ tarafından gerçekleştirilen Kobanê saldırıları ve gerçekleşen Kobanê direnişine dikkat çekerek, “Tam 134 gün süren yoğun bir çatışma süreci gerçekleşti. Günün sonunda, ne oldu diye sorarsak; IŞİD’ın barbarları orada kadın devrimi öncülüğünde bir yenilgiye uğradılar ve Kobanê'yi ele geçiremediler. 2018 yılında da Kuzey ve Doğu Suriye özerkliğini ilan etti. Ardından orada bir yaşam modeli ortaya çıktı. Belki Rojava Devrimi 2014’te ilan edildi fakat Sayın Öcalan’ın 90’lı yıllarda Suriye'de kaldığı dönemlerde orada büyük bir modelin inşası için ciddi örgütlenmeler yaptığını da çok iyi biliyoruz. Yani hem Kürt kimliğine dönük hem de ortak birlikte yaşamın, komünal yaşamın ve yine Sayın Öcalan’ın her görüşmede ifade etmiş olduğu komünal yaşamın inşasını o günlerden gerçekleştirdi. 90’larda yapılan bu çalışmanın bugünlerde Rojava’da hayat bulduğunu görebiliyoruz” diye konuştu.
‘YENİ BİR YAŞAM MODELİ VE AKADEMİLER’
Türkiye’de bu yaşamın kurulabilmesi için zihniyet değişiminin inşa edilmesi amacıyla akademiler oluşturulduğuna dikkat çeken Dilan Kunt Ayan, “Bakın bugün bizim Türkiye Kürdistanı'nda akademimiz var değil mi? 2014 yılından sonra yoğun baskılar sonucu bu akademiler yerle bir edildi. Şu an tekrardan ve yeniden bunu inşa etmeye çalışıyoruz. Bu akademilerde yaşamın her alanına dair bir yaşam modeli oluşturulmaya çalışıyoruz. Sosyolojiden tutun, ekonomiden tutun, yaşamın her alanını etkileyecek komünler oluşturularak bir akademik modeli ortaya çıkarmayı hedefliyoruz” diye belirtti.
‘ÖZEL BİR YÖNETİM İNŞA EDİLEBİLİR’
Her fırsatta tekçi antidemokratik, merkezi yaklaşımların ve zorlamaların da yaşandığına dikkat çeken Dilan Kunt Ayan, “Böyle bir modeli öngörmeye çalışıyorlar. Bunu tutan bir anlayış var ve bu hem Kürtlerin özerk yönetimi açısından hem de Alevi ve Dürzilerin kendi kendini yönetmesi açısından da ciddi sorunlar yaratmakta. Çünkü bu halklar tekçi bir anlayışı kabul eden bir yerde asla olamazlar. Yıllardır burada muazzam bir model söz konusu ve tüm halkların, ırkların, dinlerin ortak bir şekilde yaşadığını görebildik. Sayın Öcalan, iç güvenlik dahil olmak üzere öz savunma hakkının tanınması, yine Kürtler ve diğer kimlikleri de kapsayacak bir yönetim, yönetimde ve orduda eşit temsiliyetinin de olması gerektiğini vurguladı. Bunlar olursa da demokratik bir entegrasyonun gerçekleşebileceğine dair somut bir yaklaşımı var. Sayın Öcalan'ın ve uluslararası güçlerin de aslında her birinin yaklaşımının farklı olduğunu görebiliyoruz. Ancak Kürtler açısından da demokratik bir Suriye ve Şam yönetimi ya da daha da aslında statüsü belirlenmiş, uluslararası alanda belki taktik ve stratejik ittifaklarla bir özel yönetim inşa edilebilir” şeklinde konuştu.
‘ROJAVA’NIN İKİ KİMLİĞİ VAR’
Sonrasında konuşan Güleryüz ise, “Rojava'yı anlatırken ya da Rojava'dan bahsederken Rojava'nın henüz konuşulan iki kimliğinin olduğunu düşünüyorum” diyerek “Bizim yapımız da başta olmak üzere henüz bu kimliklerin doğru kavranmadığını ve bu gelişen kısa dönem olmasına bu kesit üzerinde ortaklaşamadığımızı maalesef görüyorum” dedi. Bu kimliklerin kavranmasının güncel gelişmeleri doğru kavrama açısından gerekli olduğuna işaret eden Güleryüz, “Dolayısıyla hani bir tarihçe gibi değil ama ne oldu, ne yaşandı, Rojava nedir, Rojava dediğimiz bölge nasıl oluştu diye bir girizgahta bulunmak istiyorum. İki Kimlikten bahsettim. Birinci kimlik bizim bahsettiğimiz, bizim bildiğimiz, bizim okuduğumuz, bizim anlattığımız kimlik. Bu kimlik kahramanlık öyküleriyle dolu, destansı bir kimliğin anlatımıdır. Doğru olanı da budur ama yer yer kimi güçlerin anlatımlarının ya da dezenformatif yaklaşımlarının etkisinde kalarak biz bu kimliği anlatmaya devam ediyoruz. Yani bizde yer yer karşı tarafın anlatımlarının neticesinde kalıyoruz. Diğer kimlik ise bu bahsettiğimiz bizim anlattığımız Rojava'nın o öz kimliğinden ayrı apayrı bir kimlikten bahsedilir. Burada da Rojava’nın kendi öz kaynaklarıyla, öz değerleriyle yarattığı bir devrim ya da bir direniş hareketinden bahsedilmez. Daha çok emperyal güçlerin çevrelerinin Rojava'da Kürtleri destekleyerek oluşturdukları sünni bir denge fotoğrafıdır bu anlatım. Bir de böyle bir durum var. Dezenformasyon dediğim kısım budur. Biz de zaman zaman bu hikayeden ya da bu fotoğraftan etkileniyoruz arkadaşlar. O açıdan buranın doğru anlaşılmasının Rojava'yı kavramamız açısından gerekli olduğunu düşünüyorum” dedi.
’37 KİŞİ İLE BAŞLAYAN BİR HİKAYE’
Rojava’nın kuruluş aşamasına işaret eden Güleryüz, “Bir ara Mazlum Abdi'nin bir röportajı vardı. Bilmiyorum hatırlar mısınız? ‘Biz 37 kişi ile başladık’ demişti. Bu bir propaganda sözü değildi arkadaşlar. Gerçekten Rojava'da başlayan tarih 37 devrimcinin ya da delinin başlatmış olduğu bir hikâyedir. Bir destan sürecidir. Ben kendimce Rojava devrimini anlatırken ya da Rojava devriminden bahsederken devrimcilerin ve delilerin destanı olarak tanımlıyorum ve bunu bir birkaç yerde daha söyledim. Burada da söylemeyi uygun buluyorum. Çünkü, girişilen hikaye öyle böyle bir hikaye değildir. Gerçekten Mazlum Abidin deyimiyle 37 kişiyle başlayan, 37 kişinin başlattığı direniş de öyle rastgele bir güce karşı değil, bütün dünya devletlerinin adeta kendisinden kaçtığı bir güce karşı başlatılmış olan bir devrim girişimi, bir direniş hikayesidir. İlk gelişim seyrini ancak esas direnişin başlangıç odak noktası IŞİD barbarizmine karşı geliştirilen direniş sürecidir” ifadelerini kullandı.
‘HERKES TERK ETTİ ROJAVA DİRENDİ’
Güleryüz DAİŞ karşısında Irak ve Suriye’de şehirlerin teslim edildiğini Musul örneğinin hatırlanması gerektiğini belirterek, “Esad rejimi bir bütün olarak coğrafyayı en başta Kürdistan diye tarif ettiğimiz bugün Rojava coğrafyasını terk edip Şam’a çekildi. Şam dışındaki hemen hemen bütün Suriye topraklarını terk etti. Bütün güçlerini toplayıp kendi ailesinin canını kurtarma derdine düştü. Avrupa devletlerinin hemen hemen hepsinde bombalar patlatılıyordu ve kimse gerçekten IŞİD barbarizmine karşı ayakta durabilecek gücü cesareti kendinde bulamıyordu. Böyle bir tarih sahnesi vardı.. Kürt kadınları pazarlarda adeta ortaçağ manzaraları tekrar edilircesine satılmaya başlanmıştı. Kürtlerin malları beytülmal olarak kabul edilip işte herkesin el uzatabileceği, herkesin ganimet olarak görebileceği bir hayat hikayesi söz konusuydu. Şimdi bütün bu olanlar, yaşananlar karşısında az önce de ifade ettiğim gibi 37 kişiyle başlayan bir direniş öyküsü ve bu direniş öyküsünün esas kesiştiği nokta ise Kobanê direnişiydi” ifadelerini kullandı.
‘KÜRTLER VE DOSTLARI DIŞINDA KİMSE YOKTU’
Kobanê direnişinin 37 kişi ile başlamasının ardından 150 kişi ile devam ettiğine işaret eden Güleryüz, “Meryem Kobanê en son Türkiye’nin kapılarını açıp ‘Artık herkes terk etsin. Bütün savaşçılar da gelsin teslim olsun, nereye gidiyorlarsa gitsin’ dediği bir andan bahsetmişti. Ardından Meryem Kobanê çıkıp şöyle dedi; Burası ihanet kapısıdır. Bu çizginin ötesi ihanet kapısıdır. Geçmek isteyen herkes geçebilir ama biz burada 150 kişiyle direnmeye devam edeceğiz. Burası Stalingrad olacak dedi. Tıpkı, Hitler faşizmine karşı gerçekleştirilen direnişin bir örneğinin burada verileceğini bütün dünyaya o gün ilan etti. Tam o tarihlerde de arkadaşlar hatırlar; Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bayram havası yaşacasına çıkıp şunu söyledi; ‘Bayram namazını Kobanê'de kılacağız inşallah’ diyerek sevincini paylaştı. Bu dönemi niye anlattım? Gerçek Fotoğrafın açığa çıkmasına katkı olsun diye, çünkü bu tarihe kadar emperyalizm, bölge güçleri, koalisyon, ABD, bilmem Fransa, şu bu yok. Kürtlerin çıplak bedenleriyle ortaya koymuş oldukları muazzam bir direniş vardı ve bu direnişe başta Türkiyeli devrimciler olmak üzere dünyanın birçok yerinden, birçok ülkesinden çeşitli devrimci güçlerin öncüleri ya da savaşçıları gelip Kürtlerin yanında saf tuttular. Sadece bu savaşçılar ve devrimciler vardı. Bunların dışında ne bir devlet bağlantısı, ne bir güç, ne bir emperyal yakınlaşma vesaire hiçbir şey yoktu” şeklinde konuştu.
‘HERKESİN GÖZÜNE BAKARAK SÖYLEMELİYİZ’
Kobanê'nin düşürülemeyeceğinin bütün dünyaya bu şekilde kanıtlandığı vurgusunu yapan Güleryüz, “Kürtler bunu kanıtladı. Kürtler ve bir avuç dostları bunu kanıtladı. Bunun yaratmış olduğu sinerjinin adına ne dersek diyelim. Bunun üzerinde Kürtlerle bir ortaklaşma bir diyalog ve bir yakınlaşma süreci gerçekleşti. Dolayısıyla burayı bu yapının yani bizlerin unutmaması gerekiyor. Sürekli sadece Türkiye solcuları değil arkadaşlar. İnanın dünyadaki solcular da bu direnişi böyle okuyor. Sanki Kobanê'de IŞİD’e karşı Kürtler direnmedi. IŞİD barbarizmine karşı bir aydınlık meşalesi olarak ortaya çıkan Kürtler değildi. Kendileri sanki gitti orada IŞİD barbarizmine karşı koydular. Onlar savaştılar ve Kürtler de o savaşın bir paydaşı gibi bir okuma var. Biz bu tersyüz edilmeye çalışılan o tarihi direnişin gerçekliğini asla unutmadan bunu dosdoğru herkesin gözünün içine bakarak söylemek durumundayız” ifadelerini kullandı.
‘AVRUPA SOLCULARI DA AYNI DÜŞÜNÜYOR’
Rojava’nın direnişinin, kazanımlarının, hukukunun devletsiz yapılanması ve bütün dünyaya model oluşturan yapısının bu şekilde kurulduğuna vurgu yapan Güleryüz, “Emperyalistlerin başarısıyla değil, emperyalistlerin gücüyle asla değil. Geçen Avrupa Parlamentosu'nda bir oturuma katıldım. Sol partinin milletvekillerinden bir tanesi Rojava'dan gelen arkadaşımıza şu soruyu sordu. ‘Amerikan emperyalizminin orada olması sizi rahatsız etmiyor mu?’ Hafiften düşündüm baktım ki aynı şeye tekabül ediyor. Bu buradakilerin söylediğinin aynısı aslında” diye konuştu.
‘BİZİMLE HAREKET EDEN DOSTLARIMIZ DIŞINDA...’
Güleryüz, kendileri ile hareket eden Türkiye Sosyalistleri dışında kalan Türkiye solcularının hepsinin süreci dezenformasyona uğratarak anlattıklarını da ekleyerek, “Bizimle hareket eden dostlarımız uzun yıllardır bizim mücadele ortaklarımızdır. Bizim siper yoldaşlarımızdır. 70'li yıllardan itibaren işte Kemallerin, Hayrilerin varlığı da bunun sonucudur. Bunu asla unutmayalım. Ancak diğerlerinin bize ilk günden itibaren söylediği ve Sayın Öcalan'a yaptıkları suçlama nedir; Devletle bilmem görüşme, devletle işbirliği, devletle temas. Bu bizim en temel karakterimiz olmuş ve Sayın Öcalan, bunu hiçbir zaman gizlemeden yapmıştır. Gizleme ihtiyacı duymadan yapmıştır. Çünkü şunu söylemiştir; Biz mücadele edeceğimiz kadar müzakere de edeceğiz demiştir. 93'teki açıklaması bunun çok çarpıcı bir örneğidir” ifadelerini kullandı.
‘MÜCADELEYİ VE MÜZAKEREYİ BAŞARABİLDİ’
Rojava’nın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın felsefesi üzerine inşa ettiği vurgusunu da yapan Güleryüz, “Rojava, bölgesel bütün güçlerle, hem mücadele hem de müzakere etmeyi başardı, becerdi ve bunun üzerine inşa etti kendisini. İç savaşın başladığı ilk yıllarda örneğin Türkiye Kürtlerden ısrarlı bir şekilde Esad rejimine karşı kendileriyle birlikte ortak savaşımı önerdi. Türkiye'ye getirilen aktörlere, başta Salih Müslim olmak üzere bu dayatmada bulunuldu. Ta ki bu kanal kapatıldığı andan itibaren de hepiniz biliyorsunuz. Başta Salih Müslim olmak üzere Rojava'daki bütün partiler, bütün güçler terörist ilan edildi. O güne kadar hiçbiri terörist değildi. Ancak biz Esad'la savaşmayacağız dedikleri için Türkiye tarafından terörist ilan edildiler. Aynı muameleyi Rojava güçleri diğer bölgesel ve emperyal güçlerden de gördüler. Örneğin Rusya ve Esad da dediler ki, gelin bizimle birlikte işte IŞİD ve cihadist örgütlere karşı birlikte savaşalım dedi. Rojava bunu da kabul etmedi. Amerika'nın telkinleri oldu. Rojava onları da kabul etmedi ama Rojava yönetimi hepsiyle hem müzakere etti hem de mücadele etti. Türkiye de dahil olmak üzere” ifadelerine yer verdi.
‘ROJAVA HEM MÜCADELE HEM MÜZAKERE YÜRÜTTÜ’
Rojava'dan Türkiye’ye bir tek çakıl taşının dahi atılmadığına işaret eden Güleryüz, “Türkiye onlarca operasyon yaptı. Rojava son ana kadar bile Türkiye ile mücadeleyi önüne hedef olarak koyduğu gibi Türkiye ile müzakereyi de önüne hedef olarak koymuş ve her gün ‘ben Türkiye ile görüşmeye hazırım, ortaklaşmaya hazırım, birlikte çözüm üretmeye hazırım’ diyor. Aynı şeyi Colani'ye de söylüyor, aynı şeyi İsrail'e de söylüyor, aynı şeyi Amerika'ya da söylüyor. Bu mücadelenin karakteridir arkadaşlar. Aslında yurt içinde de bizim yapmaya çalıştığımız ama bir türlü beceremediğimiz esas nokta budur. Ya mücadeleyi çok çıtasını yükseltip müzakereyi unutuyoruz ya da müzakere çıtasını yükseltip mücadeleyi unutuyoruz. Ama Rojava'dakiler özellikle Sayın Öcalan'ın yıllarca orada kalmış olmasının hasebiyle yaratmış olduğu kültürün az önce bahsettiği o tarihsel ilişkilenmenin yaratmış olduğu birikim üzerine kurgulandıkları için bunu çok ustaca çok doğru ve çok gerekli bir şekilde yürüttükleri için bugünkü bu tablo ortaya çıktı” dedi.
‘DEVLETSİZ KENDİNİ YÖNETEBİLME MODELİ’
Rojava’daki mevcut duruma da işaret eden Güleryüz, Rojava’nın bütün dünyaya esin kaynağı olabilecek bir model yarattığına vurgu yaparak, “O model şuydu; Devletsiz kendini yönetebilme modeli. Sayın Öcalan'ın uzun yıllardır bize söylediği aslında 90'lı yılların hemen başından itibaren bize anlatmaya çalıştığı ama bizim bir türlü anlamadığımız, anlatmadığımız veya anlatmak istemediğimiz bir modelin kendisidir bu model. Sayın Öcalan: ‘Ulus devlet modelleri halkların sorunlarını çözememiştir. Tersine ulus devletler halkların başına felaketler yağdırmıştır’ dedi. Örnekler verdi; ‘Arapların 22 tane devleti var. Araplar dünyanın en mutsuz insanlarıdır. Farslar 2 bin 500 yıldır kesintisiz olarak devlettir ama Fars milletinin halini görüyorsunuz. Dünyanın en zelil, en perişan, en yoksul ve en mutsuz insanlar topluluğudur’ dedi. Türkiye son 100 yıldır kurulmuş en keskin ulus devlet modelidir. Denir ki, ‘bir Türk dünyaya bedeldir, öğünür, çalışkandır, güvenilenindir ve her şey Türk'tür,’ Ancak bakıyoruz ki 17 bin liraya muhtaç bırakılmış bir millet topluluğudur Türkler.
TÜRKLER DE KEYF İÇİNDE YAŞAMADI
Hep söylüyorum bir daha söyleyeyim, Türkiye'de Şeyh Said'in, Seyyid Rıza'nın mezar yeri belli değil ama Mustafa Sufi'nin de mezar yeri belli değildir. Kürtler inançlarından ve dillerinden dolayı katliama uğradı. Hem de büyük katliamlara uğradı. Onlarca kez ama Türkler bu memlekete keyf-ü sefa içerisinde yaşamadı. Bir avucun çıkarının gerisi bu ulus devlet zihniyetinin zulmü altında inim inim inlemeye devam etti. Dolayısıyla Sayın Öcalan bize dedi ki: ‘Bu bir çözüm değil, ben de bir ulus devlet kuracağım. Ben de Türk gibi işte Kürt büyüktür, Kürt yücedir, Kürt şöyledir ya da Irak gibi ya da işte İran gibi bu bir çözüm değil. Bakın Güney’de 40 yıldır aşağı yukarı yarı bağımsız bir devlet modeli var. Ama bir bütün olarak ulus devlet kurgusuyla oluşturulduğu için değerli Kürt halkı orada mutsuzdur.
ROJAVA’YI AYAKTA TUTAN GÜÇ
Dolayısıyla şu an herkes hesap yapıyor. Türkiye yapıyor, Suriye yapıyor, İsrail yapıyor, Amerika ve Fransa yapıyor. Rojava ne yapıyor? Rojava da şunu yapıyor. Biz kendi öz gücümüzle, kendi öz dinamiğimizle Kimseyle kavga etmedik. Herkesle ortaklaşmaya hazır bir vaziyette ama herkese karşı direniş gücünü ortaya koyabilecek bir dirayetle kendi varlığımızı korumaya, savunmaya hazırız. Rojava'yı ayakta tutan güç de budur.”